inside out 2 &
anksiyete
Ters yüz 2 filmi, serinin ilk filminde olduğu gibi duygularımızın varlığını Riley karakteri üzerinden konu alarak duygusal süreçlerimizi anlamlandırmamızda yardımcı bir yapıt olmuştur.
Ters yüz serisinin ilk filmi aslında çoğu zaman olumsuz bir duygu olarak gördüğümüz üzüntünün bizim için öğretici bir şey de olabileceği, hatta çoğu zaman hayatımızın evrilmesine de olumlu etkisi olabileceğini anlatmıştı.
Filmde, neşeli ruh halini temsil eden karakter, Riley'nin anılarını üzgün hatırlamasına neden olduğunu düşündüğü "üzüntü" karakterini komuta alanından uzaklaştırmaya çalışır. Filmde komuta alanı, duyguların bir araya gelerek Riley’nin duygu kontrolünü sağladığı bir merkez olarak yer alır. Ancak çeşitli olaylardan kaynaklı Riley’in komutasından hem neşe hem üzüntü eksilince; Riley kendisini daha farklı biri olarak bulur.
Öfke, tiksinti ve korkunun yönettiği bir ruh haline sahip olarak evini terk etmeye karar verir. Riley’i eve döndüren şey ise üzüntü ruh halinin kontrol merkezine erişebilmesi ve aktif olabilmesidir. Oldukça keyif veren bu filmde olumsuz duygulara yer açmanın düşündüğümüzün aksine her zaman kötü bir şeye yol açmayacağı, bazen bazı şeylerin önemini anlamamız için de bunun aslında oldukça gerekli olan bir şey olmasıdır.
İkinci filminde ise aslında benzer bir konuyla ele alınmış dört duygu görüyoruz: anksiyete, gıpta, utanç ve bıkkınlık. Bu duyguların ortaya çıkışı aslında Riley’in oldukça başarılı olmasından kaynaklı çağrıldığı hokey kampına gitmesiyle aktif hale gelirler.
Riley, okul arkadaşlarının başka bir okula geçeceğini öğrenince, bu kampta başarılı olup takıma girmeyi, üniversitede yalnız kalmamak için tek seçeneği olarak görür. Tam da burada anksiyete ruh hali (karakteri), Riley’i en iyiye ulaştırma amacıyla aktive olur.
Anksiyetenin önderliğinde bu duygular, birinci filmde konu alan diğer duyguları, Riley’in başarısı önünde bir engel olduğunu düşünerek kontrol merkezinden uzaklaştırmaya çalışırlar ve bunu başarırlar. Anksiyete, Riley’i en iyiye ulaştırmak amacıyla, olası bütün engelleri bulmak ve o engelleri ortadan kaldırmak için harekete geçer. Filmde anksiyetenin doğası, olası kötü senaryolar yazmaya programlı ekibiyle beraber çok güzel bir şekilde anlatılmış.
Filmde anksiyetenin aslında kötü bir amaç için değil, Riley’i başarıya götürme amacıyla aktive olduğunu görüyoruz. Riley için çok önemli bir şey haline gelmiş olan takıma girme isteği onda “Yetersizim.”, “Daha iyisi olmalıyım.”, “En iyi performansımı sergilemeliyim.” gibi düşüncelerle ortaya çıktığını görüyoruz.
Bu düşünceler de aslında bir kaygı oluşturuyor. Bu kaygı, bizi zaman zaman uykusuz bırakabilirken; zaman zaman da fiziksel semptomlar göstermemize, kendi davranışlarımızdan başka bir davranış haline bürünmemize (çekinme, yabancılaşma, isteksiz olma, korku vs.) sebep olabilir. Aslında bu kaygı halimizin, tehlike olarak algıladığımız tetikleyici ve kendi inançlarımızla bağlantılı olduğunu çok güzel bir şekilde ortaya koyan bu filmde Riley’nin “Takıma giremezsem arkadaşsız kalırım.”, “Bu takıma girmek lise hayatımı nasıl geçireceğimi belirleyecek; ya çok güzel, ya çok yalnız geçecek.”, “Takıma girmek için bu kamp en büyük şansım.” gibi inançlarının varlığı ve kampın sonundaki sınavında bir tetikleyici olmasıyla beraber Riley’nin davranış olarak az uyuduğunu, arkadaşlarıyla vakit geçirmediğini, sadece bu sınavı düşündüğünü, hatta koçun odasına gizlice girip, onun notlarını okumak gibi kaygının yönetimiyle bulunduğu davranışları gözlemliyoruz.
BDT üçgeni
Bu filmde anlatılan anksiyetenin aslında tam anlamıyla bilişsel davranışçı terapi bakış açısıyla bir psikoeğitim olduğunu söyleyebiliriz.
Bilişsel Davranışçı Terapi, duygu – düşünce – davranışın bir bütün olduğundan bahseder. düşüncelerimizin, duygularımızın ve davranışlarımızın birbirini nasıl etkilediğini anlamaya odaklanan bir terapi yöntemidir.
Bu ekolle yapılan terapilerde amaç, danışanın olumsuz düşünce ve inanç kalıplarını fark etmesine destek olmak; bunları daha olumlu ve gerçekçi düşüncelerle değiştirmeyi öğrenmesini sağlamaktır. Amaç, kişinin duygu durumunu ve yaşam kalitesini iyileştirerek, daha sağlıklı başa çıkma becerileri kazanmasını sağlamaktır.
Bilişsel davranışçı terapinin anksiyete tedavisinde başarısı oldukça yüksektir. Anksiyete, aslında olumsuz bir inanca sahip olmakla başlar ve sonrasında bu inancın dahil olabileceği durumlarda hissedilen kaygıyla devam eder. Kişi bu kaygı haliyle bağlantılı olarak artan fiziksel semptomlarını ve yüksek kaygısını yok etmek için bir takım davranışlar sergiler. Bu davranışlar; kaçınma, sosyal izolasyon, aşırı hazırlık gibi davranışlarla sıralanabilir.
Eş zamanlı olarak obsesif düşünceler, dikkat dağınıklığı, hızlı öfkelenme gibi sonuçlar da doğabilir. Kaygı artışı sırasında baş dönmesi, mide bulantısı, kalp çarpıntısı, kas gerilimi gibi semptomlar da gözlenebilir.
Anksiyete neye hizmet eder?
Kaygı, aslında önceki çağlardan da tanıdık olduğumuz bir duygudur. Evrimsel olarak insanı tehlikeli canlılarla karşılaştığımızda harekete geçebilmek ve hayatta kalmamızı sağlama amacıyla kaygı dediğimiz duyguya sahibiz. Yani bu duygu, aslında hayatta var olmamız için tehlikeli olaylara verdiğimiz bir iç güdüsel tepki.
Mesela bir ayıyla karşılaştığımızda, kaygılarımız bizim vücudumuzu fiziksel olarak harekete geçirir. Kalp çarpıntımız hızlanır, kan basıncımız artar, göz bebeklerimiz büyür. Buralarda aslında vücudumuz kaçma eylemine hazırlar bizi. Bu da bu tehlikeden kaçınmamız için var olur. Ancak gerçek tehlikenin yokluğunda, insan beyni kendi inancıyla tutunduğu olası bir tehlike yaratır. Bu tehlike hakkında yaşadığı kaygı ise, kişinin hayatını uzun süreli etkiler ve kişinin günlük hayatta işlevsizleşmesine yol açar. Kaygının rasyonel ve gerçekçi olmadığı her durum, kaygıya müdahale gerektirir.
Aslında kaygının sadece önceki yaşantımızda değil, şu anda da hala aktif olarak işimize yarar bir duygu oluşunu Hakan Türkçapar trafikle ilgili verdiği örnekle özetler; “karşıdan karşıya geçerken size doğru bir aracın korna çalarak gelmekte olduğunu düşündüğünüzde hiçbir anksiyete duymuyorsanız, büyük olasılıkla ezilirsiniz” (Türkçapar). Bu örnek, gerçekçi bir tehlikeye karşı aktive olan kaygının, kaç veya savaş tepkisinin, vücudumuzda var olması gerektiğine dair çok çarpıcı bir örnek olabilir.
Anksiyeteyi Tetikleyen Düşünceler
Riley’nin anksiyetesi (karakter), film boyunca olumsuz senaryoları düşündü, değerlendi, hatta önlem alarak Riley’i bu olumsuz senaryolara karşın geliştirdi ve değiştirdi. Ancak geliştirdiği bu kaygı senaryoları, aslında Riley’in olumsuz inançlarını besledi. Bu senaryolar sonucunda ortaya “Ya yetersizsem?”, “Ya başaramazsam?”, “Ya sevilmezsem?” inançları çıktı ve bir döngü halinde, daha da olumsuz senaryoların oluşumuna yol açarak, Riley’i oldukça yüksek bir kaygı seviyesine sürükledi.
Bu inançlar Riley’nin olduğundan farklı davranmasına sebep oldu ve Riley’nin fiziksel semptomları ortaya çıktı. Riley’nin maç anında bu düşüncelerini devam ettirmesi ise onda nefes alma da zorluğa, düşüncelerini toparlayamamasına, kalp atışının hızlanmasına yol açtı. Yani aslında Riley’i panik atağa sürükledi.
Film, seyirciye; her şeyin kontrolümüzde olamayacağını, kontrolümüzde olmayan şeyleri kontrol etmeye çalışmak ve onlar için endişelenmenin anlamlı olmadığını, ve kendimizi gelebilecek her olası tehlikeden korumaya çalışmanın aslında hayatımıza katkıdan çok zararının olabileceğini anlatıyor.
Bu filmi izleyenlerin bir çoğunun aslında bu duyguları ve düşünceleri tanıdık bulduklarını söylemek mümkün. Türkiye Psikiyatri Derneği, toplumda yaşam boyu anskiyetenin görülme olasılığını %5-6 olduğunu araştırmalarla kanıtlamıştır. Yani toplumdaki her 100 kişiden 5 veya 6’sı bu kaygı bozukluğunu hayatının herhangi bir noktasında yaşıyor.
Ayrıca eklemek gerekir ki, toplumun psikolojik tedavinin önemini fark etmesiyle beraber bu yüzdenin yükselmesi olasıdır. Bunun sebebi kişinin aslında bu hislerle boğuşup bunun bir kaygı bozukluğu olduğunu fark etmemesi veya psikolojik bir tedaviyle çözümleneceğinin bilincinde olmamasıdır. Bu anlamda, psikolojik elementleri konu alan filmlerin günümüzde sayıca fazla seyirciyle buluşuyor olması, toplumun bilinçlenmesine katkı sağlayacaktır.
Peki terapi kaygıyla nasıl çalışır?
Her terapi ekolü, çalışma alanlarında ve yöntemlerinde değişiklik gösterir. Bilişsel davranışçı terapi olarak ele almak gerekirse, bu terapi ekolü kişinin kaygıyı yaşadığı durumlara, o durumlar anındaki inançlarına ve hislerine odaklanır. Seans boyunca kişinin kaygı düşünceleriyle ve inançlarıyla çalışırken, seans aralarında ev pratikleri verilerek danışanın kaygı seviyesini test etmesine ve farkındalık sağlamasına yol açar.
Bugünkü yazımda size kaygının doğasını, "Ters Yüz 2 (İnside Out 2)" filmindeki 'Anksiyete' karakteri ile bağdaştırarak aktarırken, Bilişsel Davranışçı Terapi gözünden de kaygıyı ele almaya çalıştım.
Kaygıyla başa çıkmaya çalışıyorsanız, bu terapi yönteminin size uygun olduğunu düşünüyorsanız bu yönelimle çalışan bir klinik psikologtan bir seans randevusu oluşturabilirsiniz, ya da başka yönelimle çalışan diğer klinik psikologlarımızı da aşağıdaki linkimizden görüntüleyebilirsiniz.
Mental sağlıkla ilgili haftalık içeriklerimize ulaşmak için sitemize üye olabilir yada mail listemize abone olabilirsiniz.
-Uzman Klinik Psikolog İrem Gözelekli
Referans
https://www.bilisseldavranisci.com/halka-yonelik/7/kaygi-ve-panik-bozukluk
https://psikiyatri.org.tr/halka-yonelik/25/yaygin-anksiyete-bozuklugu