top of page

 

madde bağımlılığı &

beautiful boy

 

Madde bağımlığı, DSM-5’teki yeni düzenlemeler ile ‘madde kullanım bozukluğu’ çatısı altında olan ve tedavi edilebilen bir bozukluk olarak tanımlanır. Vücudun fonksiyonlarını olumsuz yönde etkileyen maddelerin kullanılması, bundan zarar görüldüğü halde bu maddelerin kullanımına devam edilmesi halidir.

Madde kullanımına neden başlandığının spesifik bir cevabı yoktur. Çeşitli faktörlerin bir araya gelmesi, kişinin bağımlı olmasını tetikleyebilir. Sosyal çevre, maddenin ullaşılabilirliği, kişilik örüntüsünde ve yapısında bağımlılığa yatkınlık, maddenin aktif kullanıldığı dönemin duygusal birikimi gibi pek çok faktör sıralayabiliriz.

Bu faktörler harmanlanıp birey maddeyi düzenli kullanmaya başladıkça, farmakolojik ve nörolojik faktörler de madde kötüye kullanımını tetikleyerek bağımlılığın şekillenmesinde rol oynar. Sosyal çevre içerisinde aile, okul veya iş yaşantısı, ekonomik sıkıntılar gibi kümeleri barındırır. Cinsel istismar, ebeveynlerde madde kullanımı, zayıf iletişim gibi ailesel risk faktörleri de bağımlılığın tetikileyicilerindendir.

 

Maddenin ulaşılabilirliği ise bağımlılığın sürdürülmesinde önemli bir faktördür. Doktor reçetesi ile verilen ilaçlar, özellikle benzodiazepin grubu, amacın dışında kullanımda bağımlılığa itebilir. Bireyin maddeyi kullandığındaki duygudurumu, kullandığı dönemdeki yaşantıları da doğrudan bağımlılık yatkınlığı ile ilişkilendirilebilir.  Psikoaktif maddeler bağımlılık ve intoksikasyondan başka organik ruhsal bozukluk olarak da tanımlanabilen sendromları ortaya çıkarabilir (Jaffe ve Anthony, 2005).

 

 

Madde bağımlılığının temelinde bir kısır döngüye rastlıyoruz. ‘Deneyebilirim’ ile başlayan bu döngü, beraberinde ‘Ben bağımlı olmam.’ ve ‘İstersem bırakırım.’ şeklinde bağımlılık inkarını indike eden ifadeleri getirir. Bağımlılığın ilerleyen sürecinde bireyin kabullenişi ve maddenin bırakılması çok güç bir şey olduğunu öne sürme süreci gelir. Birey, bırakmanın bilincinde olduğunda ve yeterli motivasyonu sağladığında maddeyi bırakabilecek duruma gelir. Ancak yoksunluk belirtileri ve aşerme atakları bu dönem için tehdit unsurlarıdır. Nüksetmeler de bu yolculuğun mutlak parçaları olur. Birey, madde kullanımını bırakmanın verdiği motivasyonla bir daha asla başlamayacağına dair bir tutum içerisine girer. Burada toplumsal düzende iradelerini koruyor olabilmenin verdiği bir sorumluluk yatar. Bıraktıktan sonra bir kereden bir şey olmaz diye düşünüp maddeyi kullanan birey, döngünün başındaki ‘Ben bağımlı olmam.’ noktasına tekrardan ulaşır. Ve döngü aynı şekilde seyreder. Bağımlılıkta nüks ve remisyon dönemleri döngünün içerisinde sıkça karşımıza çıkar. Nüksün de normalizasyonu dahilinde tedavi sürecindeki amaç, remisyon dönemini olabildiğinde uzun tutmaktır (Savaşan, 2013). Sürecin tedavisi ise tamamen maddeyi kullanan bireyin bırakma isteğine, süreçteki motivasyonuna ve bırakmak konusunda kendini hazır hissetmesine bağlıdır.

 

Madde kullanım bozukluğunun, halk arasında bir hastalık olarak değerlendirilmekten çok bir zayıflık ürünü olarak yorumlandığını görüyoruz. Tıpkı toplumsal birçok mesele gibi bireylerin yargılanışı ve normatif kategorilere ayrıştırılma isteği, madde kullanımı bağlamında da bireylerin etiketlenmesine yol açıyor. Bağımlılığa genellikle utanç duygusu ve ‘damgalanma’ duygusu eşlik ediyor. Bağımlı bireyler bu damgalanma yüzünden bağımlılıkla ilişkili olumsuz stereotiplere bağlanan sosyal aşağılanmayı da içselleştirdikleri bir sürece giriyor.

 

Ayrıca iyileşme sürecindeki madde bağımlılarının yorumlarından, bu etiketlemeye maruz kalmanın onlar için de süreci çok zorlaştırdığını anlıyoruz. Örneğin bir bağımlının ifadesi şöyle diyor: “Bağımlılık girdapının içine daha çok girdikçe, daha çok etiketlendiğini ve damgalandığını bilirsin, içine daha çok girersin ve bu girdaptan çıkmak gittikçe zorlaşır.” Benzer şekilde bağımlılık geçmişi olan bir bireyin ifadesi de şu şekilde: “Hayatımda bir dönem var ki insanların özel eşyaları arasında oturuyor olmaktan çekinirdim. Çünkü eğer bir şey kaybolsa, odadaki on kişiden dokuzu beni suçlayacaktı. Böyle bir gerçeklikten ve yaşam tarzından gelince insanın kendisiyle ilgili ne çok rahatsızlığı oluyor.” (Matthews, 2019).

 

Bağımlılığa bilinçli yaklaşarak bağımlılar üzerinden bu etiketleri kaldırabilmek için yapmamız gereken, bağımlılığın etiyolojisini anlayabilmektir. Yazımın başlarında bahsettiğim üzere, bağımlılık geliştirmenin açıklanmış belirli bir nedeni yoktur. Bağımlılık sürecini ve iyileşme dönemlerini göz önünde bulundurduğumuzda, bağımlılığı da diğer hastalıklar gibi değerlendirebilmek mümkün. 2011'de Amerikan Bağımlılık Tıbbı Derneği, bağımlılığı bir davranış sorunu olarak veya sadece kötü seçimler yapmanın sonucu olarak değil; kronik bir beyin bozukluğu olarak tanımlamıştır. Bağımlılığın beyin yapılarımızı yeniden şekillendirdiği ve sinir hücrelerinin transfer sistemlerini etkilediği bir gerçek. Madde kullanımı dopamin salınımına yol açtığından, vücuttaki haz beklentisi madde kullanmaya devam etmeyi tetikler. Dopamin bizi iyi hissettirir ve yaptığımız şeyi yapmaya devam etmemizi ister. Birey maddeyi kullanmayı bırakmak istediğinde, beyin bireyi acıdan korumaya çalışır ve yoksunluk semptomlarını yoğunlaştırır. Bu savaş ise döngünün içerisinden çıkmanın ne kadar zor olduğunu, bunun basit bir irade meselesinden çok daha fazla olduğunu gösteriyor bizlere.

 

 

Beautiful Boy

 

Bağımlılığı hastalık bağlamında derinlemesine aktaran, ve hastalık sürecinin bireyi ve yakınlarını nasıl etkilediğini tasvir etmek için güçlü bir çaba sarf eden Beautiful Boy’dan bahsedeceğim sizlere. David Sheff’in ’Beautiful Boy: A Father’s Journey Through His Son’s Addiction’ adlı kitabından ve oğlu Nic Sheff’in ‘Tweak: Growing Up on Methamphetamines’ kitabından yola çıkılarak perdeye aktarılmış Beautiful Boy. Bu kitaplar Nic’in bağımlılık öyküsünün kendi anlatımı ve bu sürecin babasının gözünden aktarımını sunuyor.

Karakterin inişli çıkışlı hayatını, bağımlılık hikayesinde iyileşme ve nüks arası git-gellerini ve bir babanın süreçte yaşadıklarına odaklanan bir film ortaya çıkmış. Madde bağımlılığı öykülerinde bağımlı yakınlarının ne kadar yıprandıklarına da dikkat çekiyor. Hatta film, uyuşturucu kullanan karakteri merkeze almak yerine çoğu zaman babanın mücadelesi ve vazgeçişleri üzerinden aktarıyor duyguları.

 

Nic, parçalanmış bir ailenin çocuğu. İyi koşullarda ve başarılı bir akademik altyapı ile büyümüş. Ancak David, Nic’teki son dönem değişimlerini fark ediyot. Bu değişimin sebebini anlamaya çalışırken bu yıpratıcı süreçle tanışıyor. Oğlu, bir bağımlı.

Film bize şeffaf bir nedensellik sunmasa da, Nic’in maddeye yönelme sebeplerinden büyük bir tanesinin derin yalnızlığı olduğunu görüyoruz. Boşandıktan sonra karede pek olmayan bir anne, kendine yeni düzen kuran ve yeni çocukları olan bir baba var. Nic ise bu karede hiçbir şeye ve hiçkimseye ait hissedemiyor. Varlığının yalnızlığıyla başa çıkabilme motivasyonu ise madde kullanımını tetikliyor. Belki de madde, aidiyet duygusuyla alakalı yaşadığı olumsuz duygulardan uzaklaştırıyor Nic’i.

 

Film boyunca babanın, oğlunun bağımlılığını anlayabilme arzusuna tanıklık ediyoruz. Bu arzu, oğlunun gizli notlarını incelemesi, bağımlılık bilimcilerine danışmak, hatta madde ile bireysel deneyler yapması gibi keşiflerle ortaya çıkıyor. Babanın bu yolculukta zaman zaman çaresiz ve yetersiz hissettiğini görüyoruz. “Bazen ona bakıyorum, kendi büyüttüğüm ve her şeyini bildiğimi sandığım çocuğuma, ve onun kim olduğunu merak ediyorum.” tarzındaki cümlelerinden oğluna çok uzak olduğunu hissettiğini anlıyoruz. “Oğlum dışarıda bir yerde ve ne yaptığını bilmiyorum. Ona nasıl yardım edeceğimi bilmiyorum.”

 

 

 

Karakterimiz Nic’e dönecek olursak, film boyunca kendisini bir kapana kısılmış gibi hissettiğini çok güzel aktarıyor izleyiciye. Maddeyi kullanmayı sürdürmenin tek çaresi olduğunu hissetse de, tedavi için elinden gelebildiğince iş birlikçi davranıyor. Bırakma motivasyonu yalnızca kendisiyle ilgili değil, belki de daha yüksek bir oranda ailesinin beklentisini karşılayabilmek üzerine kurulmuş. Ancak bir inkar tutumunda değil, sadece yardıma ihtiyacı var, çünkü aksinin nasıl olacağı onun için bir bilinmezlik.

 

Nic, film süresince bir remisyon-nüks döngüsüne kapılıyor. Bu döngü de onu çok yoruyor, kurtulmak isterken daha da içeri çekilmiş buluyor kendisini. Tekrardan yenilmiş olmak her seferinde motivasyonunu kırsa da, babasının yoğun desteği onun için bir umut ışığı oluyor.

 

Nic Sheff, izleyici için bağımlığının bir kategori altında değerlendirilmemesi gerektiğinin en güzel örneği.Halk arasındaki tipik ‘keş’ damgasına hiç uymadığını, hayal kırıklıklarının onu istemediği bir şeyin esiri haline getirdiğini izliyoruz. Dağılmış, depresif ve kendisine bakamayacağına dair bir içgörü sergileyen ruh haline şahit oluyoruz. Bağımlılıkla mücadele edenlere damgaladığımız saldırgan ve tekinsiz hareketlere rastlamıyoruz. Hastalıkla başa çıkmaya çalışırken kendisinin ve ailesinin bu durumdan ne kadar yıprandığını bize sunarak bağımlılığın göremediğimiz zorlu tarafına erişmemizi sağlıyor. Karakterin canlandırdığı Nic’in de algılanma talebi bu yönde. Bağımlılığın yorucu bir hastalık olduğuna dikkat çekiyor. Kendi kitabından bir cümlede şöyle aktarıyor: “Bir hastalığım var ve beynim diğer insanların beyninden farklı çalışıyor. Bu, utanılacak bir şey değil.”

 

 

Bağımlıların etiketlenmesi, bu yolda iyileşme süreçlerini çok ciddi oranda yavaşlatıyor, belki de engelliyor. Bağımlılığın bir zayıflıktan, hatalı seçimlerden çok daha fazlası olduğunu anlamak; destek olabilmek anlamında da çok kritik. Tıpkı diğer psikolojik rahatsızlıklar gibi, bağımlılık da tedavisi mümkün olan bir hastalık. Beautiful Boy’u izleyip bağımlılık hakkında oluşan yeni farkındalıklarınızı Rupu ile paylaşmak isterseniz fikirlerinizi keyifle anlamayı ve üzerine konuşmayı bekliyor olacağız!

-Uzman Klinik Psikolog Zeynep Temel 

bottom of page